Çarşamba, Eylül 05, 2012

the passenger (1975)




"we translate every situation, every experience into the same old codes. we just condition ourselves"*, david locke, the passenger (1975), antonioni


*aslında hiçbir şey aynı değil. aynı olan biziz. her durumu, yaşanan her deneyimi aynı eski kalıplara sokuyoruz

Pazartesi, Ocak 30, 2012

twin peaks - s02e05

donna: sen nerelisin?
harold: boston'da buyudum...aslında, kitaplarda buyudum.
donna: kitaplarda bulamayacagin seyler de vardir.
harold: bazi seyleri hicbir yerde bulamazsin. ama baska insanlarda bulunduklarini dusleriz.



















donna: where are you from?
harold: i grew up in boston...well, actually, i grew up in books.
donna: there's things you can't get in books.
harold: there are things you can't get anywhere. but we dream they can be found in other people.

Salı, Ocak 04, 2011

"5 nolu cezaevi" 7 ocaktan itibaren yeşilçam sineması'nda

yönetmenliğini çayan demirel’in yaptığı ‘5 no’lu cezaevi’ belgeseli 7 ocak cuma gününden itibaren yeşilçam sinemasında izlenebilir. belgesel; 12 eylül askeri darbesinden sonra yakın tarihimizin en vahşi devlet terörünün uygulandığı diyarbakır 5 no’lu cezaevi'nde yaşananları gözler önüne seriyor. belgesel tutuklu ve hükümlülerin çoğunun kürt olduğu bu cezaevinde tüm tutuklulara, devlet tarafından ne tür akıl almaz sistematik işkencelerin yapıldığını ve nasıl türkleştirme politikalarının uygulandığını gösteriyor. dönemin askeri yetkilileri cezaevini bir 'askeri okul' olarak nitelerken tutuklular o dönemi 'vahşet yılları' olarak hatırlıyor. onlara göre bu vahşetin zincirlerini kırabilmek için de tek bir yol vardı o da direnmek veya kendini feda etmek. tutuklular zincirleri kırmak için mücadele ettiler. belgesel, cezaevinde yaşananları, direnenleri ve geride bıraktıklarını anlatıyor. '5 no’lu cezaevi:1980-84' belgeseli 30 yıl sonra yaşananları tanıkların ve yakınlarının diliyle bizlere aktarıyor. belgesel; 46. antalya altın portakal film festivali’nde, sinema yazarları derneği’nden (siyad 2009) ve 21.ankara dilm festivali’nden en iyi belgesel film ödüllerini aldı. yurtiçinde ve yurtdışında birçok festivale katıldı. izleyemeyenler ve tekrar izlemek isteyenler için yeşilçam sinemasında… /basın bülteninden/

seanslar: 12.00-14.00-16.00-18.00-20.00
adres: istiklal caddesi, imam adnan sokak, no:8 beyoğlu / istanbul
yönetmen / director: çayan demirel
yapımcı / producer: ayşe çetinbaş
görüntü yönetmeni / director of photography: koray kesik
montaj / editor: burak dal
müzik / music: ahmet tirgil
yapım / production: surela film yapım
süre: 96 dk.

Perşembe, Aralık 02, 2010

malena


renato: elimden geldiğince hızlı pedal çevirdim... sanki kaçıyormuşum gibi... özlemden, masumiyetten ve ondan kaçıyormuşum gibi.

renato: zaman geçti ve birçok kadın sevdim. beni kendilerine yakın tuttuklarında... ve bana kendilerini hatırlayacak mıyım diye sorduklarında... "evet, seni hatırlayacağım" diyordum. ama asla unutamadığım kadın... bunu bana hiç sormayandı... malena.











renato: i pedaled as fast as i could... as if i were escaping... from longing, from innocence, from her.

renato: time has passed, and i have loved many women. and as they've held me close... and asked if i will remember them... i've said, "yes, i will remember you". but the only one i've never forgotten... is the one who never asked... malena.

Pazartesi, Temmuz 26, 2010

koca bir evreni içinde taşıyan insan: işte benim tek ilgi odağım

...koca bir evreni içinde taşıyan insan: işte benim tek ilgi odağım. zira hayat, her zaman hayal gücümüzden daha zengindir. bu yüzden gerçek bir sanatçı, ancak kendisi açısından hayati bir zorunluluksa yaratma hakkına sahiptir. ben de sinema sanatıyla seyirciye, hayatın gerçek akışını neredeyse hiç bozmadan aktarma yeteneğini taşımak istiyordum. sinema sanatının gerçek şiirsel özü burada yatar. benim kurgu sinemasını reddetmemin sebebi, seyircinin perdede gördüklerini kendi deneyimleriyle bağdaştırmasına imkan tanımamasıdır. biz sanatçıların taşıdığı tek sorumluluk, kendi yapıtlarımızın düzeyini yükseltmektir. nitekim ben de kendi filmlerimde hep, birlikte yaşadıkları insanlara bağlı olmalarına, yani özgür olmamalarına rağmen içlerindeki özgürlüğü korumasını bilen insanları anlatmak istemişimdir...


mühürlenmiş zaman, tarkovsky

Pazar, Mayıs 30, 2010

made for each other

















larry:
adam çok iyi. sorun da bu zaten. öyle bir adam ki çıplak elleriyle kafanı parçalayabilir, ama yumurtan tam istediğin gibi pişsin diye uğraşır.

larry: anlıyorsun değil mi?

sunny: evet.


***

larry: the guy's too good. that's his problem. i mean, here's someone who can crush your head in his bare hands, and he cares that your eggs are done just right.

larry: you know what i mean?

sunny: yeah.



"made for each other" - miami vice, season 1 episode 18, 8 march 1985 

Pazar, Şubat 14, 2010

c’est pas moi, je le jure



léon doré: yeniden başlamak, legodan bir ev yapmaya benzer. yenisine başlamak için, öncekini parçalamanız gerekir. ondan sonra, her şey mümkün.


***


léon doré: starting over is like starting a new lego house. you have to undo the first one, reduce it to rubble. after that, everything's possible.



Pazar, Aralık 06, 2009

ain't writing peace?

 
bill-> don't you find it so, barton? ain't writing peace?

barton-> well...actually...no, bill. no. i've always found that writing comes from a great inner pain. maybe it's a pain that comes from a realization that one must do something for one's fellow man to help somehow ease the suffering. maybe it's personal pain. at any rate, i don't believe good work is possible without it.

Cumartesi, Şubat 24, 2007

the black dahlia


the black dahlia(2006)

kay lake <- scarlett johansson
ofcr. dwight 'bucky' bleichert <- josh hartnett




kay lake: sevgilin var mı, dwight?
dwight: kendimi rita hayworth'a saklıyorum

***

kay lake: do you have a girlfriend, dwight?
dwight: i'm saving myself for rita hayworth.




kritik:

bir scarlett johansson fanatiği olarak; kendisini şu uyuz telemarketing reklamlarından birinde, sözgelimi dolma oyacağı reklamında bile oynasa hayranlıkla izlerdim. bu yüzden filmdeki kötü oyunculuğu beni hayalkırıklığına uğratmadı. madeleine linscott rolündeki hilary swank çok iyiydi; hem oyunculuğu, hem cazibesi.


hayalkırıklığına uğratanlardan biri de, scarface gibi bir başyapıta imza atan brian de palma'ydı. the black dahlia'nın, l.a confidental gibi olmaya çalıştığını anlamak için engin bir sinema bilgisine gerek yok. nitekim film bittikten sonraki tuvalet seansında, klozet önünde biriken genç arkadaşların diyaloğuna kulak kabarttığımızda da aynı şeyi söylediklerine şahit olduk. filmin ilk seansı gayet iyiydi ama de palma'nın özellikle sonlarda gereksiz yere sherlock holmes'çuluk, david lynch'çilik oynaması izleyenlerin kafasını bir hayli karıştırdı.


tüm bunları gözönüne aldığımızda imdb eşrafının verdiği 5.5 puanın yerinde olduğunu söyleyebiliriz. neticede sadece benim gibi scarlett johansson hayranlarına tavsiye edilebilecek bir film.

Pazar, Kasım 26, 2006

crash


crash(2004)

graham waters <- don cheadle
ria <- jennifer esposito

-filmin başında arabada. görünüşe göre bir kaza olmuş ve arabadakilerin diyalogu-

graham: bir dokunma duygusu

jennifer: ne?

graham: gerçek bir şehirde yürürken yani insanlar sana çarpar durur. los angeles'ta kimse sana dokunmaz. hep bir metal ya da cam ardındayız. o dokunuşları öyle özlüyoruz ki bir şeyler hissetmek için birbirimize çarpıyoruz.

o esnada başını arabadan içeri uzatan bir polis memuru: iyimisiniz?

jennifer: başını çarptı galiba.

graham: yoksa inanmıyor musun?

polis memuru: arabanızda kalın.

jennifer: graham galiba bize arkadan çarptılar iki kez takla attık gibi. ve oralarda bir yerde ikimizden biri dengesini kaybetti ben gdip bakacağım.



-ve olaylar gelişir.-



anyone: 'başkaları'na, 'diğerleri'ne dair önyargılarla, ırkçılıkla ilgili güzel bir film. 2004'ün en iyilerinden.

Cumartesi, Kasım 11, 2006

eternal sunshine of the spotless mind


eternal sunshine of the spotless mind(2004) / silbaştan

joel barish <- jim carrey
clementine kruczynski <- kate winslet

joel: keşke biriyle tanışsam. bunun gerçekleşme ihtimali çok düştü. tanımadığım bir kadınla göz kontağına giremediğim düşünülürse.



joel: neden bana azıcık ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum?



joel : seni bir yerden tanıyor muyum?

clementine: hiç barnes and noble'dan alışveriş yapar mısın?

joel: evet, elbette.

clementine: işte bu!

joel: öyle mi?

clementine: seni orada gördüm! beş yıldır falan orada çalışıyorum. tanrım! beş yıl oldu mu?

joel: görseydim hatırlardım herhalde.

clementine: saçım yüzünden olabilir.

joel: ne saçın yüzünden olabilir?

clementine: rengini çok sık değiştiririm. bu yüzden tanıyamamış olabilirsin. bu rengin adı mavi yıkıntı.

joel: öyle mi?

clementine: şık bir isim, değil mi?

joel: beğendim.

clementine: böyle şık isimli boyalar üreten bir şirket var. kızıl tehlike, sarı ateş, yeşil devrim.

joel: işi bu isimleri bulmak olan birileri olmalı.

clementine: sence böyle bir iş olabilir mi? yani kaç tane saç rengi olabilir ki?

joel: onbeş tane belki vardır.

clementine: biri o işi kapmış. turuncu ajan. bunu ben buldum. bir boyaya karakterimi verdim.

joel: bundan şüpheliyim.

clementine: sen beni tanımıyorsun. dolayısıyla bunu bilemezsin, değil mi?

joel: özür dilerim, kibar davranmaya çalışıyordum.



clementine: pek konuşmayan bir tipsin, değil mi?

joel: sadece... pek ilginç bir hayatım yok. işe giderim, eve dönerim... ne diyeceğimi bilemiyorum. günlüğümü okumalısın... bomboş denebilir...

clementine: gerçekten mi? bu seni üzüyor mu? ya da kaygılanıyor musun? ben hep hayatımı tam olarak yaşayamadığımı düşünüp kaygılanırım. her imkanı değerlendirmek hiç bir anı boşa harcamamak isterim. sen gerçekten çok tatlısın. tanrım, böyle demeyi kesmeliyim! seninle evleneceğim. bundan eminim.

joel: peki.



clementine: beni aramanı isterim. arar mısın? beni aramanı isterim.

joel: evet.

clementine: aradığında sevgililer günümü kutla. bu çok hoş olur.

-joel eve gidince arar-

clementine: neden bu kadar geciktin?

joel: eve daha yeni girdim.

clementine: beni özledin mi?

joel: garip ama evet.

clementine: evet dedin! galiba bu evlendiğimiz anlamına geliyor.

joel: galiba.



clementine: bana yıldız takımlarını göster.

joel: bilmiyorum.

clementine: bildiklerini göster.

joel: tamam.

clementine: tamam.

joel: şuradaki osidius.

clementine: nerede?

joel: tam şurada. gördün mü? bir hilal ve sonra da haç. küçük osidius.

clementine: atıyorsun, değil mi?

joel: hayır. orada. hilal ve haç şeklinde.



bant kaydında joel’in sesi: bence clementine'ın aslında baştan çıkaran yönü... kişiliğinin sizi sıradanlıktan kurtaracakmış gibi görünüyor olması… sizi heyecanlı şeylerin olacağı bir dünyaya götürecek bir meteor gibi.

clementine: sana bağırdığım için özür dilerim.

joel: önemli değil.

clementine: joel, senden gerçekten hoşlanıyorum.öyle şeyler söylediğim için çok üzgünüm.

joel: -teybi kapatmaya yönelir- şunu kapatayım.

clementine: hayır, bekle. bunu hak ettim.

bant kaydında joel’in sesi: tek sorunu saçıydı. tamamen saçmalık!

joel: saçını gerçekten beğeniyorum.

clementine: teşekkür ederim.

bant kaydında joel’in sesi: dağılmış durumda. ama tek derdi saç rengi.

joel: içecek birşey falan ister misin?

clementine: viski var mı?

bant kaydında joel’in sesi: onunla seks yapmak için… fazla beklemek gerekeceğini sanmıyorum. son akşamımızda açıkça gördüm. seks değildi... acıklıydı. clem insanların onu sevmesinin tek yolunun... onlarla yatması olduğunu sanıyor. ya da onlar bu ihtimalin farkında oluyorlar. ve o kadar umutsuz ve güvensiz ki... eninde sonunda onu becerirsin ahbap.

clementine: ben böyle yapmıyorum.

joel: yaptığını düşünmezdim.

clementine: çünkü yapmam.

joel: biliyorum.

clementine: ama böyle demene çok üzüldüm çünkü böyle birşey yapmıyorum.

joel: çok üzgünüm.

clementine: ben çok üzgünüm. eve gidiyorum. kafam karıştı. düşünmeliyim. burada duramam. hoşçakal.

joel: güle güle.

clementine: seninle karşılaşmak hiç de güzel değildi. biriyle bu kadar zaman harcadığınızda, tanımadığınız insanlar gerekiyor.

joel: bekle!

clementine: ne var?

joel: bilmiyorum. sadece bekle!

clementine: ne istiyorsun, joel?

joel: sadece biraz beklemeni istiyorum.

clementine: peki.

joel: gerçekten mi?

clementine: ben bir kavram değilim, joel. sadece huzur arayan bir kızım. ben mükemmel değilim.

joel: sende hoşlanmadığım hiçbir şey göremiyorum.

clementine: ama göreceksin!

joel: göremiyorum.

clementine: göreceksin. birşeyler bulacaksın. ben de senden sıkılıp kendimi kapana kısılmış hissedeceğim. çünkü bana hep böyle olur.

joel: tamam.

clementine: tamam.

joel: tamam.

clementine: tamam.

Perşembe, Eylül 21, 2006

when harry met sally – devam


when harry met sally(1989) / harry sally ile tanışınca
harry burns <- billy cristal
sally allbright <- meg ryan

harry burns: tabii ki hiçbir zaman arkadaş olamayacağımızı fark etmişsindir.
sally albright: niçin?
harry burns: söylediğim şey şu -ve bu asla bir kur yapma değil- erkeklerle kadınlar arkadaş olamazlar çünkü sevişme yanı hep engel olur.
sally albright: bu doğru değil. benim bir sürü erkek arkadaşım var ve seks işin içinde yok.
harry burns: erkek arkadaşın yok.
sally albright: evet var.
harry burns: hayır yok.
sally albright: evet var!
harry burns: sen var zannediyorsun.
sally albright: ben bu erkeklerle farkında olmadan mı seviştim yani?
harry burns: hayır, ama demek istediğim, onların hepsi de seninle sevişmek istiyor.
sally albright: istemiyorlar.
harry burns: istiyorlar.
sally albright: istemiyorlar.
harry burns: istiyorlar.
sally albright: nereden biliyorsun?
harry burns: çünkü hiçbir erkek çekici bulduğu kadınla arkadaş olamaz. hep onunla sevişmek ister.
sally albright: yani sen diyorsun ki, bir erkek sadece çekici bulmadığı bir kadınla arkadaş olabilir.
harry burns: hayır, sen de onlarla sevişmek istersin tabii ki!
sally albright: ya seninle sevişmek istemiyorlarsa?
harry burns: bu fark etmez çünkü sevişme denen şey ordadır ve sonunda olan arkadaşlığa olur ve hikayenin sonu da budur.
sally albright: pekala, o halde sanırım arkadaş olamayacağız.
harry burns: sanmıyorum.
sally albright: çok yazık. new york’ta tanıdığım tek kişi sendin.



harry burns: you realize of course that we could never be friends.
sally albright: why not?
harry burns: what i'm saying is - and this is not a come-on in any way, shape or form- is that men and women can't be friends because the sex part always gets in the way.
sally albright: that's not true. i have a number of men friends and there is no sex involved.
harry burns: no you don't.
sally albright: yes i do.
harry burns: no you don't.
sally albright: yes i do.
harry burns: you only think you do.
sally albright: you say i'm having sex with these men without my knowledge?
harry burns: no, what i'm saying is they all want to have sex with you.
sally albright: they do not.
harry burns: do too.
sally albright: they do not.
harry burns: do too.
sally albright: how do you know?
harry burns: because no man can be friends with a woman that he finds attractive. he always wants to have sex with her.
sally albright: so, you're saying that a man can be friends with a woman he finds unattractive?
harry burns: no. you pretty much want to nail 'em too.
sally albright: what if they don't want to have sex with you?
harry burns: doesn't matter because the sex thing is already out there so the friendship is ultimately doomed and that is the end of the story.
sally albright: well, i guess we're not going to be friends then.
harry burns: i guess not.
sally albright: that's too bad. you were the only person i knew in new york.

teşekkürler beatlefan

Pazartesi, Eylül 04, 2006

gilda


gilda(1946)

gilda mundson <- rita hayworth
johnny farrell <- glenn ford

gilda: you do hate me, don't you, johnny?
johnny farrell: i don't think you have any idea of how much.
gilda: hate is a very exciting emotion. haven't you noticed? very exciting. i hate you too, johnny. i hate you so much i think i'm going to die from it. darling...[they kiss passionately]
gilda: i think i'm going to die from it.



sen ne güzel artistimizdin rita abla


gilda: benden nefret ediyorsun, değil mi, johnny?
johnny: bunu tahmin bile edemezsin.
gilda: nefret heyecan verici bir duygudur. hiç farketmedin mi? ben de senden nefret ediyorum johnny, öyle nefret ediyorum ki bu yüzden ölebilirim. sevgilim. [tutkuyla öpüşürler]
gilda: galiba bu yüzden öleceğim.

teşekkürler beatlefan

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

when harry met sally


when harry met sally(1989) / harry sally ile tanışınca
harry burns <- billy cristal
sally allbright <- meg ryan

kadın erkek ilişkileri, dostluk, aşk, cinsellik sözkonusu olunca bütün zamanların tartışmasız en iyisi. ve karşınızda; when harry met sally

***

sally: illa bilmek istersen, çok kıskançtı ve ben haftanın günleri külotları giyiyordum.
harry: afedersin, anlayamadım.
harry: haftanın günleri külotları mı?
sally: evet. üstünde haftanın günleri yazılıydı ve bence pek komikti. sonra bir gün sheldon bana şöyle dedi; "pazar'ı hiç giymiyorsun". çok şüphelendi. "pazar nerde, pazar'ı nerde bıraktın?" ve ona söyledim ama bana inanmadı.
harry: neyi?
sally: pazar'ı üretmiyorlar.
harry: o niye?
sally: tanrı nedeniyle.

***

harry: chicago üniversitesi'nden, değil mi?
sally: evet.
harry: öğrenciyken bu kadar güzel miydiniz?
sally: hayır.
harry: acaba hiç...?
sally: hayır. hayır.

***

harry: ben de öyle söyledim. ve?
sally: gazeteciyim. the news'de çalışıyorum.
harry: harika. ve joe ile birliktesin.
sally: evet, harika. harika.
harry: üç haftadır falan mı birliktesiniz?
sally: bir ay. nasıl bildin?
harry: birini hava alanına götürüyorsan bu ilişkinin başlarıdır. bu yüzden ben bunu başlarda hiç yapmam.
sally: neden?
harry: çünkü sonunda işler değişir ve hava alanına götürmezsin. asla bana şöyle denmesini istemem; "neden artık beni hiç hava alanına götürmüyorsun?".

***

sally: sonra bir öğleden sonra alice'in kızını alıyordum, onu sirke götürmeye söz vermiştim. takside, ne görüyorum oynuyorduk. "posta kutusu görüyorum", "direk görüyorum". sonra o pencereden dışarı baktı ve bir adamı ve karısını gördü. iki küçük çocukla beraber, çocuklardan biri adamın omuzlarındaydı. ve "bir aile görüyorum" dedi. ve ben ağlamaya başladım. bilirsin işte, sadece ağlamaya başladım.

***

harry: uzun uzun düşündüm ve önemli olan şu ki, ben seni seviyorum.
sally: ne?
harry: seni seviyorum.
sally: buna nasıl cevap vermemi bekliyorsun?
harry: "ben de seni seviyorum" desen?
sally: "ben gidiyorum" nasıl?
harry: sözlerim sana bir şey ifade etmiyor mu?
sally: üzgünüm, harry. yılbaşı gecesi kendini yalnız hissediyorsun. ama böyle karşıma çıkıp beni sevdiğini söyleyince her şeyin düzelmesini bekleme. bu işler böyle olmaz.
harry: ya, peki nasıl olur?
sally: bilmiyorum, ama böyle değil.
harry: peki buna ne dersin? hava 20 dereceyken üşümeni seviyorum. bir buçuk saatte sandviç sipariş etmeni seviyorum. deliymişim gibi bakarken kaşını kıvırmanı seviyorum. seninle beraber olunca, giysime parfümünün sinmesini seviyorum. ve gece yatmadan önce konuştuğum en son insan olmanı seviyorum. ve yalnız olduğum için veya yılbaşı akşamı olduğu için değil. çünkü hayatının geri kalanını başka biriyle geçirmek istediğini anladığında, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını istiyorsun. anlıyor musun?
sally: bu tam sensin işte, harry. öyle şeyler söylüyorsun ki, senden nefret edemez hale geliyorum. ve senden nefret ediyorum, harry. gerçekten nefret ediyorum. nefret ediyorum.

Pazar, Temmuz 09, 2006

cold mountain


cold mountain(2003) / soğuk dağ
ada monroe <- nicole kidman

***

ada: what we have lost will never be returned to us. the land will not heal. too much blood. the heart will not heal. all we can do is make peace with the past and try to learn from it.(kaybettiklerimiz bir daha asla geri dönmeyecek. çok kan aktı. bu topraklar iyileşmeyecek, kalbimizdeki yaralar kapanmayacak. tek yapabileceğimiz geçmişle barışmak ve ondan ders almaya çalışmak.)


***


ada: there are days now when I manage not to think of you. when the needs of the farm call with more urgency than my heart. this time of year there's so much life everywhere. i find you in all of it. as if you were still walking home to me.(artık seni düşünmemeyi başardığım günler oluyor. çiftliğin ihtiyaçları kalbimin acısının önüne geçebiliyor. yılın bu zamanı heryerde çok fazla hayat var. heryerde seni buluyorum. sanki hala eve, bana doğru yürüyormuşsun gibi.)

teşekkürler senzaione

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

scent of a woman


scent of a woman(1992) / kadın kokusu

lieutenant colonel frank slade <- al pacino
charlie simms <- chris o'donnell



frank slade: hayatım boyunca bacakları değil kolları boynuma dolanan bir kadın aradım

***



devam edecek...

Cuma, Temmuz 07, 2006

syriana


syriana(2005)
dean whitting <- christopher plummer
rıza reyahni <- said amadis

rıza reyahni: kapitalizm, israf olmadan yaşayamaz. bay whitting ve abd'ye teşekkür notları yazmalıyız, dünyanın çöpünün ve petrol talebinin dörtte birini sağladıkları için.
dean whitting: ne demek, zevk duyarız, gerçekten.

***

yolsuzlukla suçlanan bir petrolcü: yolsuzluk mu? yolsuzluk, devletin yasalar aracılığıyla pazarın verimliliğine müdahale etmesidir. böyle diyor milton friedman. kendisine nobel ödülü bile verdiler. başımız derde girmeden rüşvet verebilelim diye, rüşvete karşı gibi görünen yasalarımız var. yolsuzluk bizi korur, kendimizi güvende ve rahat hissetmemizi sağlar. sokaklarda et parçası için birbirimizi yemek yerine, şu anda burada caka satarak yürüyebiliyorsak bunu yolsuzluğa borçluyuz. yolsuzluk sayesinde kazanıyoruz."

Perşembe, Temmuz 06, 2006

the road to guantanamo


the road to guantanamo(2006) / guantanamo yolu
yönetmen: michael winterbottom

michael winterbottom: "bu film guantanamo'da hâlâ tutuklu bulunan 500 kişinin varlığını dünyaya hatırlatmalı. bu üç kişinin yüzünü görünce 500 kişinin durumunu hayal edebiliyorsunuz."

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

bruce almighty


bruce almighty(2003) / aman tanrım

bruce almighty <- jim carrey
tanrı(töbe çarpılacağız) <- morgan freeman

(sembolik)tanrı: insanlar basit ameleliğin değerini küçümsüyorlar. orada özgürlük vardır. dünyanın en mutlu insanlarından bazıları günün sonunda evlerine ter kokarak dönüyorlar.

***

(sembolik)tanrı: bir şey ne kadar kirlenirse kirlensin hemen silebilirsin. çorbayı ikiye bölmek mucize değildir bruce, sihirbazlıktır. iki işte çalıştığı halde çocuğunu futbol antrenmanına götürmeye vakit bulan bekar anne mucizedir. uyuşturcuya hayır, eğitime evet diyen bir genç mucizedir. insanlar onlar için herşeyi yapmamı istiyorlar. ama anlamadıkları şu ki, yapacak güçleri var. bir mucize mi görmek istiyorsun evlat, mucizenin kendisi ol.

bruce: dur, gidiyor musun?

(sembolik)tanrı: artık tek başına altından kalkabileceğini düşünüyorum.

bruce: ama ya sana ihtiyacım varsa? ya soracak sorularım varsa?

(sembolik)tanrı: bu senin sorunun bruce. herkesin sorunu bu. yukarı bakmaya devam et.

Salı, Temmuz 04, 2006

la haine


la haine(1995) / protesto

bu, 50 katlı bir binadan düşen bir adamın hikayesi. adam düşerken kendini avutmak için sürekli şu sözleri tekrarlar: "buraya kadar herşey iyi gitti, buraya kadar herşey iyi gitti, buraya kadar herşey iyi gitti'. oysa önemli olan düşüş degildir; iniştir.

teşekkürler ezgi

Pazartesi, Temmuz 03, 2006

forrest gump


forrest gump(1994) / forrest gump
forrest gump <- tom hanks
jenny curran <- robin wright penn

okul otobüs sürücüsü: biniyor musun ?
forrest: annem yabancıların taşıtlarına binmememi söyledi.
okul otobüs sürücüsü: bu okul otobüsü
forrest: adım forrest. forrest gump.
okul otobüs sürücüsü: ben dorothy harris
forrest: ikimiz de artık yabancı sayılmayız.

***

forrest: merhaba. ben forrest. forrest gump
şoför: kimse sana ne bok olduğunu sormuyor gerizekalı. burda bir solucan bile değilsin. o koca kıçını kaldır da otobüse bin. sen artık bir askersin.

***

forrest: fakat geceleri yapacak hiç bir şey olmadığında ve ev bomboşken sürekli jenny’yi düşünüyordum.

***

forrest: benimle evlenir misin? iyi bir koca olurum jenny.
jenny: olursun forrest.
forrest: ama evlenmeyeceksin
jenny: benimle evlenmek istemezsin.
forrest: beni neden sevmiyorsun jenny? akıllı bir adam değilim ama aşkın ne olduğunu biliyorum.


***

forrest: annem ileriye gitmeden önce geçmişi arkana almalısın derdi. sanırım benim koşmam böyle bir şeydi.

***

forrest: ve sonra çölde. güneş doğduğunda. cennetin nerde bittiğini ve yeryüzünün nerde başladığını anlayamazdın. çok güzeldi.
jenny: orda seninle olmak isterdim.
forrest: öyleydin.

Pazar, Temmuz 02, 2006

being john malkovich


being john malkovich(1999) / john malkovich olmak
craig schwartz <- john cusack


craig: bilinç, korkunç bir lanettir. düşünürsün, hissedersin, acı çekersin.

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

once upon a time in america


once upon a time in america(1984) / bir zamanlar america
david 'noodles' aaronson <- robert de niro deborah gelly <- elizabeth mcgovern (yemek yenecektir. buluşma yerine david'den sonra gelen deborah gecikip gecikmediğini öğrenmek için sorar)

deborah: çok bekledin mi?
david: hayatım boyunca